Bir Yolcu'nun Manifestosu / Bursa Şehir Gazetesi / 2013

2022-02-02 22:43:54

BİR YOLCU’NUN MANİFESTOSU

 

Bundan 16 yıl evvel Kaligrafi Sanatı ile tanıştığım günlerde, Hat Sanatı ile arasındaki ortak noktaların ne olacağı ve ne olamayacağına dair düşünceler geliştirmekle meşgul olmuştum ki çalışmalarım devam etmektedir. Bu bağlamda bir çok kütüphane ve sahafları ziyaret etmenin en iyi yol olacağı ve zihnimdeki soru işaretlerinin aydınlanacağı kanısını taşımaya başlamıştım. Ve bu araştırmalarımı yaparken, Latin harfleri yahut Arap harfleri diye ayrım gözetmeksizin, yazıya dair görmüş olduğum tüm kaynaklara göz atıyordum. Bu okuma metodu ile elbette bir yerlere ulaşacağımdan hiç şüphem yoktu. Çünkü elde edindiğim kaynaklar, yazınsal olduğu kadar görsel işaretleri de içinde barındıran bilgilerdi. Okuduğum bilgileri ve gördüğüm işaretleri zihnimde karşılaştırırken, ayrıca bunları sanatsal olarak da egzersizler halinde çalışıyordum. Gördüm ki çıkmış olduğum yolculuk, yazının ortaya çıkışına kadar gerilere doğru araştırma yapmaya götürdü beni. En çarpıcı durum da burada ortaya çıkıyordu. Yola çıkmanın asıl olanını, gördüğümüz yöne doğru yürümek olduğunu sanıyoruz. Halbuki sağlıklı bir yolculuk, nereden geldik ve nereye doğru yürüyoruz sorusu ile sağlanabilir. Dolayısı ile yazı sanatını icra ederken, harflerin ortaya çıkışını ve gerekliliğini ve dahası sosyal kültürü içerisindeki konumunu da göz ardı etmemek gerekiyor.

 

BEREKET BÜYÜKLERLEDİR

Bizler, yazının büyük bir medeniyeti taşıdığını yine büyüklerimizden öğrendik. Ama bu öğrenimi, tarihsel açıdan kavramaktan ziyade, yaşayarak öğrendiğimize inanıyorum. İslâmiyet öncesi 8. yüzyılda sözlü Türk edebiyatımızın örnekleri destanlaşarak hâl almıştır. Yazınsal bulguların ortaya çıkışı ile bunu detaylıca görmekteyiz. Ele geçen kaynaklarda konular parça parça ve özetlenerek bir araya getirilmiştir. Çoğunluğu büyük olayları içermektedir. İslâmiyet dönemi edebiyatının ilk ürünlerinde de bu bilgi ve destanlar kaleme alınmıştır. Yazılı Türk Edebiyatı ise yine Türk topluluklarınca derlenmiştir. Öyle ki bu detaylar, yazıtlar, mezar taşları, duvar, deri ve bez üzerlerine yazılarak oluşturulmuş metinlerdir. Evet, bereket büyüklerledir. İslâmiyet inancı ile birlikte birçok yaşanmış olayların, sözlü ve yazılı olarak günümüze ulaşmış olması da, insanlığın çok farklı pencerelerden nasiplenmesine vesile olmuştur. Yazıya biçilen değer, ekmek kadar kutsal sayılmaya başlamıştır. Yerdeki kâğıt parçasında yazı gördüğümüzde onu nimet bilip belimizin üstünde bir yere koyulacağını ve yine büyüklerimizden öğrendik. Mütevazi kurulan sofralarımızın büyüklerimizle bereketlendiğine inanıyorsak, onların bu deyimleri yaşanmışlıktan başka ne olabilir ki. Ve bizler, tevekkülden dolayı bir çok eserlerimizi yazılı kaynak hâline getirmeyi ihmal ettik. İşte tam burada ben bu ihmalin çok da olumsuz bir şey olmadığına inanmak istiyorum. Çünkü tevekkülün, tefekkürle anıldığını yine büyüklerimizden öğrendik. Burada ince bir nüansı yakalamakta fayda var. Yazma duygumuzu hiç yitirmemiş olmamız. Yani bizler bu duyguları toplum olarak öyle yaşıyoruz ki, mimari yapılarımızın yahut hayır hasenat işlerimizin, sağ elimizin verdiğini sol elimiz görmeyecek nitelikte yaşıyoruz. Dolayısı ile yazılı kaynaklarımızın azlığı! Büyüklerimizin tevazuluğu ile bereketlidir. Kilit nokta burası. Büyüklerimiz öyle eserler üretmiştir ki, Batı’yı âdeta hayranlık içinde bırakmıştır. Çünkü her bir eserimiz, görsel estetiğin yanında yazılı birer kaynaktır. Ve Batı toplumu bu eserlerden ilhamını alarak, teknik bilgi dâhilinde yazılı kaynak hâline getirmiştir. Binlerce yıllık tarihimizin en ufak belirtisinde bunu görebilmek  aşikâr. Bir bakıma, düşünce gücümüzü topluma sunarken, üretimlerimizdeki samimiyetin ne kadar da naif olduğuna bakar mısınız.

 

YAZI SANATI BU MİLLETİN KADERİDİR.

Eğer ki 1928 Harf İnkılâbı’ndan sonra, Latin harflerine değil de, başka bir yazı sistemine geçiş olsa idi; inanıyorum ki bu millet yine bu denli güzel eserler ortaya koyacaktı. Çünkü yazı sanatı, ruhumuzda taşıdığımız ve ondan vazgeçemeyeceğimiz  kaderimizdir. Dolayısı ile Kaligrafi Sanatı, Hat Sanatı’nın öz veya üvey kardeşidir artık. Latin Harflerinin Batı’ya ait olduğunu söyleyerek ona sırt çevirmekten ziyâde, 29 harfi alır, kendi kültürümüzün kıvrımlarına göre istifleriz. Ve ortaya yeni bir Türk Kaligrafisi meydana getirmiş oluruz. Bu sanatın, Türk İslâm Sanatları arasında yerini alacağından hiç şüphem yok. Henüz tam anlamıyla yerini bulamamış olsa da, bu düşüncemin gerçekleşeceğine inanmaktayım. Ve artık Türkiye’de; Batı Kaligrafisi ile Türk Kaligrafi Sanatı gerçeği vardır. Şunu eklemem gerekiyor ki; Türklerin İslâmiyet’i kabulünden sonra nasıl ki Arap Alfabesini benimseyip, Hat Sanatı’nın sancaktarlığını kıyamete kadar taşıyacak olması bir gerçek ise… Batı Sanatkârlarının, Hat sanatına olan övgüleri ve aldıkları ilhamlar da bir gerçek ise… Sanat anlamında, Batı toplumu yine Türk Kaligrafi Sanatı’ndan da ilhamlar alacaktır. Bizim şu an ki neslimiz buna şahit olabilecek mi bilemiyorum ama, açık yüreklilikle söyleyebilirim ki dünya toplumu buna şahit olacaktır. Sadece biraz daha zaman. Çünkü Kaligrafi sanatı, Türkiye’de teknik ve ruhen henüz filizlenme çağındadır.

 

YAZI DÜNYASINDA “TÜRK İSLÂM KALİGRAFİSİ” ADINDA BİR KALE(m) AÇILACAK.

Kaligrafi Sanatı, Hat Sanatı’nın yanında üvey bir kardeştir! Onunla yada onsuz yapamıyorsak eğer, Hat Sanatı’na öz kardeş yapmak, yine bizim elimizdedir. Nasıl mı? Ömrünü bu işe adamış bir Yazı Yolcusu olarak; tüm İslâmi kaideleri, dünden bu güne Türk İslâm Kültürü’nü oluşturan örf ve adetleri, yine bu inanç atmosferinde filizlenmiş edebiyatı, Selçuklu ve Osmanlı mimari yapılarındaki teknik kuramları, Hat Sanatı içerisinde bulunan çizimleri ve onun taşıdığı usül, adap ile mistik hâllerini; eğerki latin harfleri ile yapılan güzel yazı sanatına uyarlayabilir isek, işte o zaman Türk İslâm Hat Sanatı’na, yeni bir Türk İslâm Kaligrafi Sanatı adında, öz bir kardeş kazandırabilmiş olacağız. Bunların dışında kaleme alınan kaligrafi sanatı ise, Batı kaligrafisi olarak uygulanmaya devam edecektir. Yenilik denen faaliyetler her toplumda olduğu gibi, kavram çatışmalarını çelişkiler içerisinde ortaya sunmaktadır. Bunun adına modern yaşam biçimi diyelim mesela. Fakat ben bunu medeniyet kavramı içerisinde, millet üslûbunda değerlendirmeyi daha uygun görmekteyim. Eğer ki modernizm adı altında yeniliklere açık olduğumuzu, değer ve kültürümüze uygun olarak yeni birşeyler yapma ihtiyacı hissediyorsak, bu, tabiri caizse, eskiye sırt dönmeden yapılabilmeli. Aksi halde, yazı yazma gibi meziyetimizi geliştirirken, kültürel anlamda kaymalara da sebebiyet verir. Mücadele şahıs olarak başlar ama topluluk olarak kendini gösterir. Batıdaki bir çok ünlü sanatkârın resimlerini incelerken, nihayetinde bulunduğu kültürü de bizlere taşıyor. Bu minvâl üzere; sanatı tanımak, insanı tanımaktan, insanın kendisini tanıması ise Rabbini bilmekten geçiyor olsa gerek. Harfleri tanımak ise, içerisinde bulunduğu yazıyı, duygu ve kültürünüde göz önünde bulundurarak, kimlerin kullandığına bakmakta fayda var. Bir kaç cümle daha kuracak olursam ki şöyle bir gerçekle karşılaşıyorum. Sanat, insan, yaz(g)ı ve Rab bilinci; tamamen okuma ve yazma eylemleriyle mümkün. Rab ki terbiye edicidir. Okumak ki tefekkürdür kimi zaman. İnsanın kendini terbiye edebilme çırpınışlarına ise, tevekkülün belirtileri olarak bakıyorum. Böylelikle yazı sanatımızın ve ayrıca “insan neden böyle şeyler yazar ki” sorusunun önemini, farklı açılardan anlatmaya çalışmış oldum. ve “Türk İslâm Kaligrafisi” adında, yazı formu oluşturabilmek şahsım adına büyük bir mücadeleyi gerektiren durumdur. Nihayetinde her birimiz farklı alanlarda kendini geliştiren ve ortaya kayda değer eserler bırakabilmenin de mücadelesini taşıyan bireyleriz. Şahsen benim buradaki gayem, Batının kendi usülüne göre işlemiş olduğu yazısını, Türk İslâm Kaligrafisi estetiğinde form kazandırıp, metod haline getirebilmektir.

 

İKRÂ

 

Oku’maya başladığında,

Ruhuna abdest aldırdığında,

Rahleni önüne aldığında,

Bismillah dediğinde,

Yaz! Emrine amade olduğunda,

Rabbiyessir yazdığında,

Dizlerinde iz kaldığında,

Parmak uçlarına kamış izi sürüldüğünde,

Diline mürekkep lekesi değdiğinde,

B’yi sırtında taşıyan noktaya vurulduğunda,

(Yoldaş)’ın olduğunda,

(Yol)’da olduğunda,

(Yolcu) olduğunda,

Kan pıhtısından yaratıldığını ve

Izdırabından mutlu olduğunu anlayacaksın.

 

Yazı Yolcusu

Bursa Şehir Gazetesi

Sayfa: 2

10 – 17 Eylül 2013

.