Bir Yakup İle Serap Hikayesi / Bursa Şehir Gazetesi / 2013

2022-02-03 20:05:06

BİR YAKUP İLE SERAP HİKÂYESİ

 

YIL; İKİBİNE BEŞ KALA

şehirde yürüyen sarsak adamlar

sûr içinde mahsur kalan kadınlar

ve çeşmelerinde çocuklar için

dualar yıkayan, dualaşırken

ayakları saydam bir gelinliğe dolaşan

insanlar! ölü, diri, işte hepsi buradalar.

 

Yıl, ikibin suskun.

Çeşme başında usta ve çırağı.

Elleri yağdan uzak, undan kara

Elleri bana bir güneşin çırpınışını

Elleri bana, annemin güneşten sıcak

Kardan beyaz olduğunun uzak

Olmadığını anlatan bir suskun.

 

Yıl, ikibin küsür.

Faraza, susalım.

Başlamadan bir şiir çıkalım içinden.

Yahut ne yazar Yakup, taşlanalım kelimelerle.

Yol sana ağıt yakmaz, gözlerin alışık değil ağlamaya.

Bense kaşık içinde bir elma kurdu değilim, ki

tutunup kabuğuna sıyrılayım kırmızı bağrından.

Sana ve dünyaya okuyabilmem için harbiden bir meydan,

yıkılsın cehaletim, yıkılsın merdivenlere taş diye konan

ve sonra… âh! kaşı yarılacak işte bir Yakubun,

faraza, susalım.

 

Yıl, ölmeden evvel bugün.

Sen yazmak dersin, ben okumak.

Bu kadar basit anlatılır mı bilmek?

Orada bir dur, çünkü noktadır asıl ilmek.

 

Yıl, bilmem kaç bin yıla beş vakit.

Doğarken güldüren insan,

ağlatır da mı gider ölürken.

Gülen bir yüzün, hüznünden çizildiği de vardır.

Çün, bu kadar acı ve hafif değildir tebessüm.

Sen doğarken anne gözlerine baktın mı hiç?

Marifeti, vaktin beşini ve merhameti ona sor.

 

Yıl, merdiven arası otuzüç boşluk.

Kaftan giydirilmiş Serap’tır o, hayâl değil.

Adı ne? deme. Adım adım sayar bastığın taşları.

Oğul, bu ne basılacak olan mühürdür

nede yazılacak olan bir mezar.

Çeşmeler ağlamaz deme,

başında aşıklar buluşmayınca.

Üzüm olur yeşerir doğmamış çocukların

bağ başında toparlanıp konuşmaları.

Yüksek sese aldırma, onlar benzer sokağın

şarkılarına ışık tutan aynaların yansımalarıdır.

Sen hiç yarasına bakıp ağlayan aşık gördün mü?

 

Yâr’dır onu şark bülbülü yapan

ve bülbül dediğin utanır bakmaya kanarken yarasına.

Oğul, aşıkların gözü, maşuklarına bakamamaktan kördür.

Ve elbet bakacağı gün olur, o da, aşığın son ölümüdür.

Onlar ki basamak yerine boşluğu sayar ve bu mühimdir.

Çeşmeler çağlandıkça böyle dirilirler damla damla.

 

Sen bir çırağın kış günü güzinesinde kurutulan

çıra destesini ve köy evine kurulan demet demet

muhabbetine şahit oldun mu soba yamacında?

Adı Yakup, için için içmek için Çay Dibi’nde

bir çay yaprağına tutundu.

 

Yıl, ikibin perçemli gelin.

Oğul, Aşk ve sanatın

en umulmaz odağında,

beline kuşanırsın duaları.

Gözlerin korkmayan bir kartaldır

 

düşünmezsin yaranı.

Yâr deyip yaranı deşen vardır.

Bürünürsün aşk ve sanatın yaralarına,

bu bir gecenin ağıtı

ve bir yerin altıdır.

Karanlıktır, soğuktur.

Âh bilirim orada çıyanlar vardır,

seni çağırırlar bir bir.

Sende bir yâr vardır,

yerden de öte, yara[n]dan da öte.

Herşeyden öte, bir Yaradan vardır.

 

Yıl, kurumuş ıhlamur yaprağıdır.

Bahçevan değilim, lâkin yaprak dediğin

üzerine düşer insanın. Ve hayâllerine

kurulan bir papatyanın adına,

gün olur mimarı olursun kan sızan bahçenin.

Yakup, sen Serap’sızlık dalında yaşar mısın?

Yahut, yüzyıl toprağına sürsen yüzünü

kızarmış bir üzümün hatırına kararır mısın?

 

Var mıdır desem yüzü bakmaya, bunu bilmez

hüzün bahçesine göz yaşı dikmeyen Serap’sızlar.

Bahçevan değilim, çıban tende biter ama

acısı kalbe düşer. Ve kalbin acısı

toprakta biten her fidanın bağrında yaradır.

Yıl, yamaçta biten dağ çiçeği.

Elim, kanım ve şimdi bir maktûlüm.

Gün ışığında vurdular, kaldırıma yığıldı düşüncelerim.

Oluk oluk insan sesi aktı sokak aralarından.

Ve koşuyorlardı ağıt türküleri yakarak ağızlarında.

Nereye koşuyor bu ürkek insan nefesleri, nereye?

Bedenim yerdeydi, âmâ gözleri diri diri bana bakıyordu.

Terim ıslatıyor kefenimi kabre girmeden.

Eyvah! Maktûl ben miyim?

Yoksa gördüğüm katilimin gözleri mi?

Şaşkınım; ki üzerime örtünen gazete,

kelimeleri (NETSRET) yazılmış.

 

Kaldırımlar bunu kaldıramadı, ben ölmeyi değil.

Ve sonra, toprağımın üzerinde dua eder

bir kul çiçeği buldum, adı Yakup.

 

Yıl, saçlarıma dokunan yağmurdur.

gök yarılır!

bin bir kanatlar altında bir meleğe tutunurum.

en yükselmiş tepesine bir dağın

nar soğukluğu karanlığına korlar…

çünkü ben; alnına hüzün çiçeği karalanmış

lisan ile dirilmeyi seçtim.

toprağa bakmaktan utanmıyorsa ve yüzüm

bilki orada yeşil bir üzüm yeşermeye yüz-tutmuştur.

ki oraya gömülmeliyim.

karanlıkla aydınlanan odaya.

kapı aralandı

kapı yalnız bende aralandı

ben yalnız kalınca kapı bana aralandı

ama açılmadı?

çünkü mürekkep rengi bir gece saklı bende.

söndürme karanlığını,

orada Yakub’un aydınlığı var.

 

Yıkılan ülkeydi, Hızır oradaydı.

Ülke kuruldu, Hızır oradaydı.

Hızır geldiği için mi yıkıldı bir ülke?

Yıkılacaktı o ülke, geldi Hızır.

Hızır geldiği için mi kuruldu bir ülke?

Kurulacaktı o ülke, geldi Hızır.

Çünkü bir ülke, yıkılırken de, kurulurken de, Hızır oradadır.

Orada bir ülke, orada bir ilke,

Hızır’ı bekler yıkılmadan önce.

Orada bir ilke, orada bir ülke,

Hızır’ı bekler kurulmadan önce.

Ve burası, Serap ile Yakub’un şehridir.

Hızırla gelen huzurdan bunu anlıyorum.

 

Şiir: Yazı Yolcusu

Bursa Şehir Gazetesi

5 Kasım 2013

.